Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi:

“Şanghay İşbirliği Örgütü’ne Tam Üye Olmalıyız!”

 

29 Kasım 2016

 

TÜRKİYE’YE GÜVENİLİR DOSTLUK VE ORTAKLIK GEREKLİ

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakanlık döneminden bu yana, Türkiye için Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyelik isteğini çeşitli şekillerde dile getirdi. Türkiye-Rusya resmi görüşmelerinde de bunu tekrarladığı biliniyor. Ancak bu söylemler hep yumuşak tonda oldu. Son olarak 18 Kasım 2016 günü Pakistan dönüşü ŞİÖ’ne Türkiye’nin tam üyelik statüsüyle girmesinin uygun olacağını bir kez daha yineledi. Sayın Erdoğan’ın görsel medya ve yazılı basında yer alan ifadesi aynen şöyle:

 

“Türkiye bir kere kendini rahat hissetmeli. ‘Benim için varsa yoksa AB’ dememeli. Benim kanaatim bu. Yani bazıları eleştiriyor olabilir, ama ben kendi kanaatimi söylüyorum. Mesela, ‘Şanghay beşlisi içerisinde Türkiye niye olmasın?’ diyorum. Bunu Sayın Putin’e olsun, Nazarbayev’e olsun, şu anda Şanghay beşlisinin içinde olanlara da söyledim. Başlangıçta beş ülkenin kurduğu Şanghay İşbirliği Örgütü’ne Özbekistan, Pakistan, Hindistan gibi ülkeler dahil oldu. İran da girmek istiyor. Sayın Putin bunu değerlendiriyoruz gibi bir ifade kullandı. Temenni ederim ki orada olumlu bir gelişme olması halinde, yani Türkiye’nin Şanghay Beşlisi içerisinde yer alması, bu konuda çok rahat hareket etmesini sağlayacaktır diye düşünüyorum”.

 

Bu açıklamanın da yumuşak tonda olduğu değerlendirmesini yapanlar çıkabilir, ama pek de öyle değil gibi. Çünkü açıklamayı yapıldığı zamana ve koşullara bakarak değerlendirmek gerekir. Türkiye 15 Temmuz sonrası Batı ve Atlantik dostluğunun gerçek olmadığını gördü. Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz sonrası siyasi gücünü zirveye taşımış bir lider ve olup olmayacağı bir yana ‘Güçlü Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ arayışında. Bu da aslında gücünün bir başka kanıtı. Böylesine güçlüyken ŞİÖ üyeliğini istemesi, Batı ve Atlantik yakasına karşı sert çıkış olarak değerlendirilebilir. Ancak, isteğinin sözde değil, özde olup olmadığını zaman gösterecek elbette. Olabilirse ŞİÖ üyeliğinin Türkiye’nin çıkarlarına uygun düşeceği bir gerçek.

 

ATLANTİK YAKASI NATO’YA BAĞLADIĞI TÜRKİYE’Yİ

BÖLME PEŞİNDE

 

15 Temmuz kalkışmasının arkasındaki gücün Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olduğu kuşkusuz olsa da, görmeyen ve algılamak istemeyenler ne yazık ki hâlâ var. Kalkışmayı örtülü destekleyen sadece ABD de değil, Avrupa Birliği (AB) önderleri de onunla beraber. Kısacası Atlantik sisteminin emperyalist, globalci, liberal ülkeleri Türkiye’nin parçalanması için 15 Temmuz kalkışmasından yana olurken, Türkiye’den yana olanlar başta Rusya olmak üzere Avrasya ve Asya bloğunda yer alan ülkelerdi.

 

Türkiye’nin 1950 yılında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeliğine başvurusu, Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nin yanlış siyasetine karşı gösterilen tepkinin sonucudur. 1951 yılında başlayan NATO üyeliği Demirperde ile bölünmüş dünyanın getirdiği stratejik bir olguydu. Bugün ise ne Sovyetler Birliği ne Demirperde ne de onlara sahip çıkan Rusya var. Türkiye’ye o taraftan yönelen tehdit de yok. Bugünkü tehdit Atlantik’ten ve Batı’dan. Geçen 65 yıllık süreçte NATO üyeliği Türkiye’ye ABD adına bölge jandarmalığından başka bir şey getirmemişken, Milli Ordu adına çok şey kaybettirdiği de görülüyor.

 

NATO hâlâ Türkiye’nin jandarması olarak kalması arzusunda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasını NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, NATO üyeliğinin Türkiye’nin ve tüm Avrupa’nın güvenliği açısından çok önemli olduğunu vurgulayarak, “Türkiye bu ortak savunma anlayışını, 5. Maddeyi ve NATO birliğini zayıflatacak hiçbir şey yapmayacaktır” diye değerlendiriyor. Kısacası, Avrupa’nın güvenliği  için Türkiye’nin jandarmalık görevinin sürdürülmesini istiyor.

 

Buna karşın, ABD’nin taşeron örgütü olan NATO Türkiye’yi korumuyor. Korumaması bir yana NATO’nun patronu ABD, Türkiye’yi bölme çabasında. ABD’nin genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi, Pentagon’un taslak haritaları bunu açıkça gösteriyor. ABD’nin 15 Temmuz Kalkışmasının arkasında oluş nedeni de bu. NATO’nun patronu ve İngiltere ile diğer koca kafaları Türkiye’den önce Kürdistan’a toprak koparılmasını, ardından da hiç kuşku yok Ermenistan’a tazminat ve hatta olabilirse toprak koparmayı düşlüyorlar. Ayrıca Türkiye’yi kendi görüşlerine ve çıkarlarına uygun biçimlendirmeyle, İslâm ülkelerine karşı kullanma istekleri de planlarının cabası.

 

AB İTİP KAKARAK SÖMÜRDÜĞÜ TÜRKİYE’DE TERÖRÜ DESTEKLİYOR

 

AB’ye gelince, son kullanma tarihi dolmuş bir örgüt olmasına karşın, Türkiye’yi içine almayıp kapıda bekletmekten yana. Başlangıçtaki Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan Avrupa Birliği’ne geçilirken bize ters Avrupa Federal Devleti olma hayalleri vardı. Bugün ise AB’yi artık küçülme bekliyor. İngiltere’nin ayrılma kararı, sonun başlangıcıdır. Bunu başka üyelerin izlemesi kaçınılmaz görünüyor. Aslında bir ekonomik birliğin başarısı kendine yetebilme kapasitesine bağlıdır, ama AB ekonomik üretim faktörlerinden emek ve doğal kaynaklar bakımından kendine yetebilir değil. Var görünen sermayesinin geleceği de Atlantik yakasının krizleri karşısında kırılgan.

 

AB’yi destekleyebilecek bir ise ABD hayal. Balonlarla şişirilmiş ABD ekonomisinin geleceği hiç de parlak görünmüyor. Bretton Woods sistemi çöktüğünden beri, karşılıksız basılan ABD doları, uluslararası ödeme aracı olma özelliğini Çin’in rekabeti karşısında bir süre sonra yitirebilir. Çin, ekonomik rekabette bugün ABD’yi zorluyor. Çin’in 10-15 yılda ABD’yi ekonomik olarak yakalaması sürpriz olmayacak. Kısacası AB’yi ABD kurtaramaz, kaldı ki kurtarmak da istemez.

 

Bazı açılardan AB standartlarını yakalamak Türkiye için hedef olabilir ve gereklidir de, ama bunun için AB’ye üye olmak gerekli değil. Kaldı ki AB üyeliğinde ısrar Türkiye için yararlı değil. Avrupa Ekonomik Topluluğu döneminde, halk kitleleri birliğe “Avrupa Ortak Pazarı” veya kısaca “Ortak Pazar” diyordu. 1970’li yıllarda ülkemizde bu üyeliğe karşı çıkanlar “Onlar ortak, biz pazar olacağız” diye eleştiriyorlardı ve haklıydılar. Ekonomik sömürü günümüzde böyle yapılıyor, Gümrük Birliği’nin Türkiye’nin aleyhine işlemesi bunun açık kanıtı.

 

AB’den yarar beklerken gelen zarar sadece ekonomik de değil, Türkiye’nin üniter ve ulusal devlet yapısı için bir tehdit. Bugün Avrupa Birliği’nin kodaman üyelerinin PKK bölücü terör örgütüne siyasi ve mali destek sağlamaları, FETÖ’cülere arka çıkmaları acı bir gerçek, AB’nin Brüksel Merkezi’nde PKK etkinlik düzenleyebiliyor. AB yerel yönetimlere özerklik isteğiyle, Kürdistan’a taviz koparma peşinde iken, bununla da kalmayıp Türkiye’den gerçek olmayan Ermeni soykırımını tanımasını istiyor. Türkiye’nin böyle bir ortaklıkta yer almasının ulusal çıkarına uygun olmayacağı ortada.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye’yi tam 53 yıldır oyalıyorlar” diye yakınıyor ve haykırıyor; “Ey Avrupa, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olduğu için bizi istemiyorsunuz. Bize bunu açık açık söylemişlerdi… AB bize verdiği sözü terör örgütü gibi bir konu yüzünden geri çevirecekse, biz bunu milletimize rahat anlatırız. Biz de millete gideriz, ‘AB ile müzakerelere devam mı tamam mı?’ diye sorarız”.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk adımı onların atması gerektiğini vurgulayarak, “Avrupa Birliği adeta bizi zorlayarak, bizim sürecin dışına çıkmamızı istiyor. Eğer bizi istemiyorlarsa, ev sahibi olarak, bunu açıkca söylesinler, gereken kararı alsınlar. Bize yapılanlara karşı ilanihaye sabredemeyiz. İleride gerekirse, biz de halkımıza sorma yoluna gideriz. Nasıl İngiltere halka gitti, halkına sordu, biz de halkımıza sorarız. Bakalım halk ne diyor? Milli irade ne diyor? Milletimiz ne derse onu yaparız” açıklamasında bulundu. Son olarak Pakistan dönüşü ŞİÖ üyeliğini gündeme getirirken AB için, “Türkiye’yi hâlâ oyalayıp duruyorlar. Yıl sonuna kadar sabredelim; oldu oldu…” diyerek 2017’de Türkiye’de AB üyeliği için referandum yapılabileceği sinyalini verdi.

 

Nihayet AB sona giden yolda ilk adımı attı. 24 Kasım’da Avrupa Parlamentosu “Türkiye ile AB müzakerelerinin geçici olarak dondurulması kararını 37 hayır oyuna karşı 479 evet oyu ile verdi”. Kararın hukuki bir değeri yok, kaldı ki Türkiye bu kararı yok hükmünde varsaydı, ama Avrupa’nın niyetini ortaya koyması bakımından önemli. Türkiye’yi kapılarına bağlamak isteğiyle yakın gelecekte kararı kaldırmaları da sürpriz olmaz. Ancak, Türkiye’nin, Türk milletinin onuru önemlidir. Türkiye’nin öteden beri AB içinde itilen kakılan aday konumu zaten rencide edici idi. Bu rencide edici statü şimdi katmerlendi. Bizim için umutsuz ve yararsız olan bu birlikle ilişkilerimizin Türk halkının ret oyları ile en kısa zamanda kökten kesilmesi, onurumuzun korunması gerekir.

 

GÜNEŞ DOĞUDAN DOĞUYOR, YENİ DÜNYA EKONOMİSİ DE ÖYLE

 

Ekonomik büyüme Batı’dan Doğu’ya kaydı. Başta Çin ve Hindistan’ın yanısıra Asya Pasifik ülkeleri ekonomik mucize yarattılar. Ortaya çıkan üretim ekonomisi işgücüyle, doğal kaynaklarıyla, teknolojisiyle, inovasyonuyla, AR-GE’siyle, bilimiyle kendini besleyen ve gelişen bir ekonomi. Bu ekonomi Asya devletlerini güçlü duruma getirdi ve güçleri büyüyor.  Ekonomik güce bağlı olarak askeri ve siyasal güçleri de artıyor.

 

Demirperde kalktıktan sonra Atlantik cephesi globalleşme siyasetine sarıldı, ama bunu başarmaya gücü yetmedi. Kaldı ki bu siyaseti AB’ye bile kabul ettiremedi. Batı’da İngiltere ABD’nin yanında olsa da, Almanya ve Fransa ABD’ye mesafeli, hatta Avrasya’ya yaklaşma stratejisi izliyorlar. ABD’nin karşısında ezeli rakibi Rusya bir yana, şimdi devleşen ve ABD için ejderhaya dönüşen Çin var. BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) gibi ülke toplulukları da var.

 

Bunlardan öte Atlantik yakası ve Batı cephesi karşısında artık Şanghay ortaklığı çok önemli bir kutup konumunda. Kısacası, ABD’nin hayali tek kutuplu ya da globalleşmiş bir dünya yok, bu zaten olmayacak bir hayaldi, çok kutuplu dünya var. Kutupların güçleri Atlantik yakasının ve Batı cephesinin aleyhine gelişiyor. Bugün ŞİÖ, Atlantik patronu AB’den de Batı cephesi birliği AB’den de daha iyi ekonomik verilere sahip ve siyasi duruşuyla, askeri gücüyle de büyük bir örgüt.

 

PARLAYAN YAPI: ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ

 

26 Nisan 1996’da Şanghay’da imzalanan anlaşmayla kurulduğunda Şanghay Beşlisi diye anılan örgüt; Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Tacikistan’ın katılımıyla oluşturulmuştu, kuruluş antlaşması söz konusu beş ülke devlet başkanları tarafından imzalanmıştı. Daha sonra 2001 yılında Özbekistan’ın katılımıyla üye sayısı altıya çıkmış, Şanghay Beşlisi yerine, Şanghay İşbirliği Örgütü adını almıştır. Şimdi ŞİÖ’nün kuruluş tarihi de 15 Haziran 2001 olarak gösterilmektedir. Merkezi Pekin’de bulunan ŞİÖ’nün ortaya çıkışı Çin’in girişimleri ve önderliğiyle gerçekleşmiştir.

 

Bugün ŞİÖ’nün altı tam üyesinden başka altı gözlemci üyesi (Afganistan, Belarus, Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan), altı diyalog partneri (Azerbaycan, Ermenistan, Kamboçya, Nepal, Sri Lanka ve Türkiye), üç de destekçisi (ASEAN ‘Güneydoğu Asya Uluslar Birliği’, BDT ‘Bağımsız Ülkeler Topluluğu’ ve Türkmenistan) bulunmaktadır. Pek tabii Türkiye için diyalog partnerliği yeterli bir statü değildir, örgüte tam üye olmalıdır. Komşumuz İran’ın 2017 yılında tam üye olacağı belirtiliyor. Tam üyeliğe giden yolda Türkiye’nin önce gözlemci üye statüsüne yükseltilmesi beklenebilir.

 

“Güvenlikte İşbirliği” ve “Ekonomik İşbirliği” olarak tanımlanan Şanghay İşbirliği Örgütü, mevcut yapısıyla ne bir anti NATO ya da NATO alternatifi, ne de Avrupa Birliği benzeri bir örgüttür. Askeri konular ve ortak tatbikatlar söz konusu olmakla birlikte, eski Varşova Paktı’na benzer bir askeri örgüt de değildir. Üyelerinin egemenliklerinden siyasi ödün gerektiren bir işbirliği hiç değildir. Sınır güvenliği ile daha çok teröre karşı askeri işbirliği, ayrıca giderek gelişecek ekonomik işbirliği başlıca hedefleri. ŞİÖ’nün büyümesi, ABD’nin Asya’da uyguladığı, baskıcı politikalara karşı tepki olarak değerlendiriliyor. 2007 yılında Bişkek’teki ŞİÖ zirvesinde Putin, “Tek kutuplu dünya kabul olunamaz” diye bu tepkiyi ortaya koyuyor ve temel amacı vurguluyordu.

 

ŞİÖ de NATO gibi bir deniz ittifakı, ancak okyanus-deniz zenginliği NATO’nun kat be kat üstünde. Denizler jeostratejik açıdan önemli alanlardır. Bunun yanında, İngiliz jeopolitik uzmanı H. John Mackinder’in dünya hakimiyetine anahtar olabilecek coğrafya (kalpgâh) görüşü Avrasya (Doğu Avrupa – Batı Asya) coğrafyasını öne çıkaran bir görüştür ki, ŞİÖ’nün bu coğrafyayı kuzey ve doğu kıyılarına dek kontrol eden konuma sahip olması, jeostratejik gücünün büyüklüğünü gösteriyor.

 

ŞİÖ dünya nüfusunun yaklaşık yarısını kapsadığından iç pazarı büyük ve her türlü işgücü yeterli. Kısıtlayıcı bir sermaye sorunu yok. Ortak projelerin finansmanı için ŞİÖ bankasının kurulması da kabul edilerek, interbank konsorsiyumu oluşturulmuş bulunuyor. Yeni teknoloji geliştirebilme potansiyeline sahip. AB’nin yıllık ekonomik büyümesi yüzde 0,1’lerde sürünürken, ŞİÖ’nün ekonomik büyümesi yüzde 5,6. ŞİÖ kapsamında ekonomik işbirliği anlayışı, şimdilik devletler arasındaki ekonomik ilişkiler şeklinde yürütülmekte, gümrük birliği gibi bir yaklaşımı bulunmamakta. İşbirliğini genişletme amacıyla serbest ticaret bölgesi oluşturulması yolu da seçilmiş.

 

ŞİÖ başta enerji kaynakları olmak üzere doğal kaynaklar bakımından zengin bir coğrafyayı kapsıyor. Enerji güvenliği, enerjide işbirliği konuları üzerinde önemle duruluyor, bu amaçla oluşturulmuş ŞİÖ Enerji Kulübü de var. Enerji Kulübü 2013 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Belarus, Hindistan, İran, Moğolistan, Pakistan, Sri Lanka ve Türkiye’nin katılımıyla kurulmuştu. Enerji Kulübünün faaliyetleri sadece üye ülkelerle sınırlandırılmamış, başka ülkeler, organizasyonlar ve ticari kuruluşlarla yakın çalışma içerisine girilmiştir.

 

Türkiye açısından önemli olan ŞİÖ Enerji Kulübü; statüsüne bakılmaksızın tüm üye ülkeler arasında enerji politikalarının koordinasyonunu, tam üye ülkelerin olduğu kadar gözlemci ülkelerin ve diyalog partnerlerinin de uzun dönemli büyüme politikalarına enerji alanında lojistik destek sağlanmasını, enerji güvenliği konusunda ortak önlemler alınmasını, enerji bilgi ve veri ağının oluşturulmasını, ülkelerin enerji politikalarının uygulanmasında ortak finansal mekanizmanın yaşama geçirilmesini, bu çalışmalar için gerekli her çeşit altyapının kurulmasını hedeflemekte.

 

YENİ BİR SÜREÇLE TARTIŞMALAR DA BAŞLAMIŞ BULUNUYOR

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye için ŞİÖ üyeliğini bu kez gündeme getirmesi gerek yurtiçinde ve gerekse yurt dışında yankılara neden oldu. Bu da yumuşak gibi görünen çıkışın aslında yumuşak olmadığının göstergesi. Öneri üzerinde ilk yorumlar yurtdışında Rusya’dan, Çin’den ve NATO’dan gelirken, yurtiçinde YCHP’den geldi.

 

Rusya Federasyon Konseyi Savunma Komitesi üyesi Aleksey Puşkov twitter üzerinden, “Türkiye’nin ŞİÖ üyeliği Erdoğan için mantıklı bir adım” değerlendirmesini yaparken, ancak ŞİÖ’nün AB’den farklılığını ve onun yerine geçemeyeceğini vurgulayıp, en önemli farkını da üyelerinin tamamen egemen olması diye gösterdi.

 

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Geng Shuang, Reuters haberine göre, Türkiye’nin diyalog partneri olarak uzun süredir grupla yakın işbirliği içinde oluğunu vurgulayarak, Çin’in bundan memnuniyet duyduğunu ve Türkiye’nin bu işbirliğini güçlendirme isteğine büyük önem verdikleri belirtti. Habere göre Geng’in, “ŞİÖ’nün diğer üyeleriyle ve örgütün yasal çerçevesi içinde, üyelerin tamamının görüş birliği bazında bu isteği ciddi şekilde değerlendirmek istiyoruz” dediği kaydediliyor.

 

ŞİÖ kurucularından Kırgızlı Orgeneral Leonid Ivaşov’un, “Ankara’nın ŞİÖ’ne üye olma çabası doğru bir karar. Bu örgütün parlak ve geniş bir perspektifi var” değerlendirmesi de basında yer aldı.

 

YCHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Türkiye Avrupa’dan, Avrupa Türkiye’den vazgeçemez” görüşünü açıkladıktan sonra, hiçbir ekonomi-politik değerlendirmeye dayanmayan siyasal tepkiyle, “Dikta yönetimlerinin olduğu bir sürece Türkiye’yi mi sürükleyecekler? Bir kişi bile kalsak buna izin vermeyiz. Türkiye’yi yönünü çevirdiği uygar dünyadan kimse alıkoyamaz. Birileri ‘Biz oy çokluğuyla şunu yapacağız, bunu yapacağız’ diyor. O kadar kolay değil, hayal peşinde koşuyorlar” diye eleştiriyor.

 

Avrupa Parlamentosu’nun oylaması öncesinde YCHP’nin Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke ŞİÖ’nün AB’nin yerini tutamayacağını söyleyip Brüksel’e “Türkiye Erdoğan’dan daha büyük bir ülke. Umuyoruz, AB bu gerçeği gözardı etmeden karar veriri” diye sesleniyordu, ama asıl hayal peşinde koşmak, AB’nin Türkiye’yi itip kakmaktan vazgeçeceğini sanmaktı. Atatürk’ün altı okundan sapan, Sorosçu görüşlere kapılan YCHP’nin karşı çıkması olağan da, Atatürk’ün CHP’si, devlet kuran gerçek CHP’nin toplumdaki kökleri ve devrimci anısı adına bu karşı çıkış bir talihsizlik.

 

Ak Parti’nin yandaş basınında ise “Eksen Kayması” değerlendirmeleri var, aslında kayma değil, doğruyu seçme söz konusu. Ancak, iktidar cenahından gelen, “AB çökmüyor, aksine başarı öyküsü”, “AB üyeliği her iki tarafın da yararına olur”, “Biz müzakerelerin devamını istiyoruz” gibi ortaya atılan görüşler bireysel sayılsa bile, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın çevresinde ters düşenlerin olduğunu gösteriyor.

 

ŞANGHAY ÖRGÜTÜNDEN TÜRKİYE’YE İLK ÇEKİCİ GÖREV

 

Hiç kuşkusuz önümüzdeki günlerde ŞİÖ konusu çok tartışılacak, yana olan ve karşı olan görüşler birbirini izleyecektir. Tartışmalar süredursun, ŞİÖ Türkiye’ye önemli bir görev vererek elini uzattı bile. Örgütten 23 Kasım’da yapılan açıklamaya göre, diyalog partneri statüsüyle yer alan Türkiye’nin önünü açacak bir görev verildi. Sadece üye ülkelerin değil, tüm statülerdeki ülkelerin dönem başkanlıkları üstlenebilmesi kabul edilerek, gündem esasına ve Rus alfabetik sırasına göre dönem başkanlıkları verilmesi kararlaştırılıp, bu kapsamda Türkiye’nin ŞİÖ Enerji Kulübü 2017 dönem başkanlığına getirilmesi oybirliğiyle kabul edilmiş bulunuyor.

 

ÖNÜMÜZDE İZLENMESİ GEREKEN AVRASYA YOLU

 

Türkiye Avrasya’da güçlü bir şekilde yer almalı. Böylece Atlantik yakası ve Batı cephesinin emperyalist ve bölücü kurguları karşısında ulusal konumunu güçlendirmeli. Kurtuluş Savaşı’nda da Batı emperyalizmi karşısında Gazi Mustafa Kemal Atatürk Rusya ile işbirliği yapmaktan çekinmemişti. Hem de Rusya’nın Lenin yönetiminde ve komünist yapısının olduğu bir dönemde yapılan bu işbirliğinin yaşayan anısı, İstanbul Taksim Anıtı’nda yer alan Rus generaller Frunze ve Voroşilov heykelleridir. 15 Temmuz Kalkışmasında da Atlantik yakası kumpasına ve bu kumpası alkışlayan Batı’ya karşı Türkiye’nin yanında ilk Rusya yer almıştır.

 

Türkiye’nin uluslararası sorunları AB cenderesi ve NATO prangasıyla çözülemez. Türkiye’nin ulusal çıkarları Avrasya’da Rusya ve Türk Cumhuriyetleriyle, Asya’da Çin ve Hindistan’la, Batı Asya’da İran’la ve Ortadoğu komşularıyla askeri ve ekonomik işbirlikleri yapmasını gerektirmekte. ABD, AB ve İsrail’in gerçekleşmesini arzuladığı Kürt koridoru ve bağımsız Kürdistan projesi böyle çökertilebilir. Yine ABD başta olmak üzere, Avrupa’daki Türkiye karşıtlarının asılsız Ermeni soykırımı öyküleriyle Türkiye’ye bedel ödettirme planları böyle sonuçsuz bırakılabilir.

 

Bu kadarla da kalmıyor. Batı’nın sırtını sıvazladığı şımarık çocuğu Yunanistan’ın Ege’de haksız yere işgal ettiği 18 adanın geri alınması, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin geleceği böyle kurtarılabilir. Türkiye, Asya’da daha büyük ekonomik pazarlara böyle açılabilir ve ekonomisini sömürenlerden böyle kurtulabilir. Türkiye’nin üretim ekonomisine geçerek büyümesi de bu yolu gerektirmektedir.

 

Bundan böyle Atlantik İttifakı ve Avrupa Birliği cephesinde Türkiye adına eskiye dönüş olanaklı değildir. Unutulmamalı ki NATO’nun Türkiye’ye karşı sicili de iyi değildir. Krizlerde gereken biçimde Türkiye’nin yanında yer almadığına ilişkin örnekler sıralanabilir. Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türkiye’ye uygulanan ambargoya yaklaşımı, en son Patriot füzeleri konusundaki tutumu, Türkiye’nin Çin’den alacağı uzun menzilli füze teknolojisi kazanımına karşı çıkışı unutulamaz elbet.

 

NATO Türkiye’nin gücünü sadece kendi çıkarına uygun düzeyde tutmak isterken, ulusal çıkarları gereği güçlenmesine gönlü razı olmayan sözde bir ittifak. Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı kayıran yaklaşımı, Ege’de Türkiye aleyhine olan tutumu ortada iken, NATO ittifakının emir eri olmamız kabul edilebilir mi?

 

AB ise Türkiye’ye hasmane baktığını yarım yüzyıldır gösterdi, ama hâlâ Türkiye’de göremeyenler var. “Avrupa Türkiye’den, Türkiye Avrupa’dan vazgeçemez” görüşü bu körlükten kaynaklanıyor. Avrupa Parlamentosunun 24 Kasım kararının Aralık ayındaki AB liderler toplantısında kaldırılacağı beklentisi, bu kör bakışın sözde vizyonu.

 

Aksine AB Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulamaya başlarsa şaşırmamalı. Türkiye üzerinden Avrupa’ya mültecilerin serbest geçişine kapılar ve Ege sahilleri açılacak olursa, bundan önce sınırlarını korumak için gösterdikleri ortak askeri çabanın, bu kez NATO destekli olmasına, Ege’de yabancı NATO gemilerinin Yunanistan’ın hak iddia ettiği deniz sınırlarını koruma görevi üstlenmelerine de şaşırmamak gerekecektir.

 

Türkiye’nin ulusal çıkarları, NATO ve AB çıkarları ile bağdaşmamaktadır. Türkiye’deki bölücülere, PKK ve FETÖ’ye arka çıkan, Türkiye’den Kürdistan’a toprak koparma planlarını haritaya döken Atlantikçilere karşı önlem almak, Avrupa’nın ekonomisi sönerken yeni bir güneş gibi parlayan Asya ekonomisine yönelmek, Türkiye çıkarlarının bir gereği ve iç dinamiklerin getirdiği ulusal zorunluluktur.

 

Bu olguyu sadece bugünkü iktidara bağlamak doğru olmaz. Koşullar Türkiye’yi zorunlu olarak Asya’ya yönlendiriyor. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ve çıkarlarını ön planda tutacak her iktidar bu hedefe giden yolu izlemek zorunda. Buna ayak diremek Türkiye’ye yarar değil, zarar getirir. Globalleşen dünya hayaldi, Asya Dünyası gerçek.

 

İsmet Paşa, Atlantikçilere, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır” demişti. Türkiye’nin yeni yeri Avrasya, Asya ortaklık ve birliklerinde, komşularıyla geliştirilmesi gereken Batı Asya bağlaşmasında yatıyor. Bugün en önemli adım ŞİÖ içindeki statünün tam üyelik hedefinde yükseltilmesi için gerekeninin yapılmasıdır. Kardeş Türk devletleri de ŞİÖ içinde yer almış bulunuyorlar.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önerisine karşı Rusya Devlet Başkanı Putin’in ŞİÖ Özel temsilcisi Bahtiyar Hakimov, “Temel kriterler bağlamında bölge bakımından Türkiye ŞİÖ coğrafyasına ait, ama ŞİÖ tam üyeliği için resmi bir başvuru gelmedi” diyor. Önerinin sözde olmaktan kurtarılıp özde olması için gereken başvuru yapılmalıdır.

 

ŞİÖ üyeliği Türkiye’yi Atlantik yakası ve Batı cephesi karşısında güçlü bir duruma getirecektir. Oralarda bugün gördüğü dışlanmışlık süreci yerini saygı sürecine bırakacaktır. Türkiye Avrupa ülkeleri ve Amerika ile elbette iş yapmayı sürdürecektir, hem de eğilip bükülmesine gerek kalmadan, emperyalist tuzaklarına düşmeden.

 

HEDEFE UZANAN YOLUN ENGELLERİ YOK DEĞİL

 

ŞİÖ, Türkiye’nin çıkarları için kesinlikle doğru bir hedef, ama hedefe giden yol hiç kuşkusuz eski deyişle meşakkatli, yani güçlükleri olan bir yoldur. AB adaylığı zaten son bulma aşamasında, kaldı ki AB üyesi bile olsanız, o üyelik ŞİÖ tam üyeliğine engel oluşturmuyor. Fakat NATO üyeliği öyle değil, sorun buradan çıkabilirse de, Türkiye için NATO üyeliği vazgeçilmez görülmemeli.

 

Her ne kadar ŞİÖ, NATO’ya karşı kurulmamış olsa bile, üyeleri NATO’nun dışında ve NATO’ya karşı olan devletlerden oluşuyor. Buna rağmen Türkiye NATO’dan çıkmadan, ŞİÖ üyeliği resmi başvurusunu yapmalı. Bu resmi başvurudan öncelikle NATO hoşlanmayacak ve rahatsız olacaktır, doğaldır ki hoşlanıp hoşlanmama NATO’nun sorunu, çözümünü de kendisi bulmalı. Kararların oybirliğiyle alındığı yerde Türkiye’yi dışarı kolayca atabilirler mi, Avrasya’ya düşmanlıklarını resmen ilân edebilirler mi? Hele bir görülsün bakalım. Bunun sonucunu ŞİÖ de ses çıkarmadan beklemeli.

 

Türkiye’nin içinde NATO’yu ve AB’yi savunanlar vardır ve ŞİÖ yolunda eleştiriden öte engelleme çabaları olacaktır. Örgüt üyelerinin otoriter yönetimlerinden başlayarak, demokrasi, insan hakları, uygarlık eksikliğinden dem vuracaklar, yaşama standartlarının geri olduğunu söyleyecekler, gerçek dışı kötüleyici bahaneler yayacaklardır. Türkiye açısından buradaki işbirliğinde konu bunlar değil elbette. Her üye ülkenin egemenliği zaten ayrı, demokrasisi ayrı, yaşam koşulları da ayrı.

 

Bu tartışmalarda siyasilerin, bürokrasinin, akademisyenlerin, işadamlarının içinde NATO’cu ve Avrasyacı ayrımı daha net bir şekilde ortaya çıkacak, yeni bir gruplaşma oluşacaktır. Böyle bir ayrım hiç kuşkusuz ordu içinde subaylar arasında da var. Kaldı ki, 15 Temmuz Kalkışmasına karışan TSK mensuplarının NATO’cu kanattan olduğu biliniyor. Bu gerçek bile NATO’nun Türkiye aleyhine tutum aldığının açık kanıtı.

 

Türk halkı 15 Temmuz akşamında şehitler vererek bölücülere, emperyalistlere karşı ulusal çıkarlarından yana olmayı bildi ve ulusal tutumunu dünyaya gösterdi. Ulusal çıkarlar AB’ye ve NATO’ya karşı olunmasını gerektiriyor. ŞİÖ yolunda ne denli zorluklarla karşılaşılacağını da, eğer yürümek kararlılığı varsa, zaman gösterecek.

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

Kategoriler

DUYURULAR Kasim 29 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi